
Adı her ne kadar ürkütücü olsa da güzel bir hikayesi var aslında. Bu kilise şu an hala ibadete açık olan tek Bizans kilisesi. Yaklaşık 800 yaşında. Ve 800 yıldır kesintisiz Ortodoks Hristiyanlar Tanrıya yakarıyor burada. Kanlı Kilise adına yaraşır bir şekilde kızıla boyanmış. Ve öğle vakti almış güneşi ardına

Bir takvim düşünün. Bu takvimde bütün diğer takvimler gibi 365 yapraklı olsun. Ama her yaprakta diğer takvimler gibi ıvır zıvır bilgiler değil de ülkenizi sevmek için bir neden saklı olsun. Ve siz her yaprağı çekip kopardığınızda keşfedin tüm bu nedenleri. Hemen değil ama Gün gün. Yaprak yaprak.

Camilerin duvarlarına konuşlanan sayısı yüzü bulan kuş saraylarını bir bir fotoğrafladığım için biliyorum, en hareketlisi bu saray. Her daim sarayın pencerelerinden bir kuş havalanıyor. Ve çoğunun adını bile bilmiyorum. Bu kuşsarayı 4 kubbeli, 4 kemerli, 2 katlı, 12 kapılı. İçine girmek mümkün olmadığından kaç tuvaletinin, kaç banyosunun ve kaç salonunun olduğunu bilmiyorum. Lakin bu bildiğimiz cinsten bir saray. Çünkü siz 2 […]

Bu çeşme burada değilmiş. Başka yerdeymiş ama kader onu buraya getirmiş. Yaptıranda meslektaşım yani öğretmen. Ama meslektaşımla aramda dağlar kadar fark var. Ve ben bu durumdan dolayı kendim adına çok üzgün olduğumu söyleyebilirim. Neden mi?

Bu camide kalem işi süslemeler her yerde. Tavanda. Kemerlerde. Payelerde. Duvarlarda. Pencerelerde. Gözünüzün görebildiği her yerde. Bu süslemeler kararında kullanılsa cami alabildiğine güzelleşir. Ama bu haliyle alabildiğine

Dede. Türk entellektüel hayatının köşe taşlarından. Belki de köşe başlarından. Çünkü, Millet, hürriyet, vatanseverlik kavramlarını Türk fikir hayatına o yerleştirdi. Bu fikirleri uğruna gazeteler çıkardı. Ve çıkardığı gazeteler defalarca kapatıldı. Sürgüne gönderildi yılmadı. Uslanmaz bir muhalifti o. 48 yaşında öldüğündeyse “hürriyet şairi” olarak nam saldı.

Beyazıt Meydanı, Bizans döneminde de meydandı Osmanlı döneminde de. Bizans döneminde adı Tauri Meydanı’ydı yani Boğa Meydanı. Meydan burada bulunan boğa heykelinden adını alıyordu. Çoklukla ilk hristiyanlar bu boğanın içinde can vermişlerdi. Roma, söz konusu işkence olunca anlaşılan yaratıcılıkta sınır tanımıyor. Şöyle ki efendim.

Şu geçmişini yere göğe sığdıramayan muhafazakar tiplere deyin ki ; Geçmişinle biraz övünsene: Emin olun mangalda kül bırakmazlar. Mesela, birazcık bugunü tartışın hemen geçmişe gönderme yaparlar. Bir başlarlar ecdadlarından ve onların yaptıklarından, susturabilene aşk olsun. Hele, bir de geçmişi farklı bir dille anlatmaya çalışan bir roman yazılsın yahut bir film çevrilsin. Dillerinden kurtulabilene aşk olsun. Bu kıymeti kendinden menkul zatlara birkaç […]

Aşağıda sunduğum fotoğraflar, Süleymaniye Camii’ye aittir. Bu fotoğrafları her yerde bulamazsınız. Hatta sadece bu sitede bulabilirsiniz. Dolayısyla, dikkatle incelemeniz ve beğenmeniz dileğiyle. Birincisi, Süleymaniye’nin çok ama çok şık bir kolyeden daha şık olduğuna dairdir. İkincisi; Süleymaniye’nin heybetin içinde saklanan bir zerafet olduğuna dairdir. Üçüncüsü ise yorumsuz efendim. Bol bol hayal kurmanız dileğiyle.
Hiç düşündünüz mü? Saatin olmadığı zamanlarda Dakikası hergün değişen namaz vakitleri nasıl hesaplanırdı? Ramazan imsakiyeleri nasıl hazırlanırdı? Belki oturup hiç düşünmediniz. Belki aklınızın ucundan bile geçmedi. Ama

Kuş evi değilde kuş sarayı diyorum. Çünkü Osmanlı ev gibi değilde saray gibi yapmış. Şöyle ki; 2 katlı. Her bir katında onar penceresi var. Üst kat pencerelerdeki motifler ile alt kat pencerelerdeki motifler aynı değil. Bu motiflerdeki ince işleme özellikle dikkat çekiyor. İşleyen zanaatkar her bir detayı ince ince düşünmüş.

Sebiller, Osmanlının yol kenarlarında merhameti imlediği yerlerdi. Çünkü Osmanlı insanı buradan dağıtılan sularla serinlerdi. Kandil ve bayram gibi mübarek günlerde ise bal ve şekerden yapılmış şerbetlerle ağzını şenlendirirdi. Bu sebil Yemen ve Tunus fatihi Koca Sinan Paşa’ya ait. Koca Sinan Paşa fatihliği dışında küçük işlerle uğraşmayı da kendini iş edinmiş bir paşa. Bu yüzden tarihi karakter olarak Koca Sinan Paşa’yı […]

Bu biletin önyüzünde benim şans numaram var. Ardında bir kadının mücadelesi var. Nimet Abla’nın mücadelesi. Nimet Hanım’ın kocası İsmail Efendi piyango bileti bayisidir. Ama batırır epey gelir getiren gişesini. Bunun üzerine de Nimet Hanım der ki kocasına: “İsmail, bu kadar parayı nasıl batırdın, bak ben bu işi yapayımda gör”

1917 Sovyet Devrimi’nin önderlerinden Troçki, 1929’la 1933 arasında İstanbul’da kalmıştı. Büyükada’da, kendine tahsis edilen bir konakta 4 yıl mütavazi bir şekilde yaşamıştı. Kâh balık tuttmuşu, kâh dünya basınına konuşmuştu, kâh kitap yazmıştı. Belki deli dolu değildi ama 4 yıl adamakıllı yaşamıştı. Troçki’nin İstanbul’daki yaşamının yer yer renkli yer yer de siyah beyaz detayları diğer yazımın konusu olacak. Şimdilik iki noktayı […]

Almanlar, Osmanlı’ya üç şey hediye etmiştir. Birincisi, İstanbul’dan Bağdat’a uzanan bir demiryoludur ki Bağdat Demiryolu derler. İkincisi, Osmanlı halkının serin serin su içmesi için hediye edilen aşağıdaki çeşmedir ki, Alman Çeşmesi derler. Üçüncüsü de nurtopu gibi bir savaş olmuştur. 1. Dünya Savaşı derler. Herhalde en iyisi hediye alırken biraz düşünmek. Çünkü bazen içilen sular boğazda kalabiliyor. Not: Alman Çeşmesi Sultanahmet Meydanı’nın girişinde bulunmaktadır.

Kanuni Sultan Süleyman’ın Pargalı veziri İbrahim Paşa şu sıralar çok popüler. Popüler olmasıda pek şaşırtıcı değil aslında. Çünkü İbrahim Paşa Osmanlının muhafazakar standartlarını epeyce zorlayan bir zat-ı şahaneydi. Geçen gün yolum Sultanahmet’e düştüğünde İbrahim Paşa’nın meydanın hemen kenarında bulunan sarayına da uğradım. Ve meydanın panoramik bir fotoğrafını çektim. Bu saraya girip meydanı görmediyseniz kesinlikle fotoğrafın üzerine tıklayın derim. Çünkü, Sultanahmet […]