Bu kitap okunmalı. Ama Sultanahmet Meydanı’nında binlerce yıl bekleşen yapıların tarihini etraflıca öğrenmek için değil. Meydanı anlamak için. Meydanın ruhunu kavramak için. Çünkü bu kitap Atmeydanı’nın ya da nam-ı diğer Sultanahmet Meydanı’nın hayatını anlatıyor. Yaşanmışlıklarını. Duygularını. İnsanın nasıl duyguları varsa ondan kat be kat uzun ömürlü olan meydanında duyguları vardır. Öyle ki meydan, kah acıyı yaşar kah sevinci. Kah eğlenceyi yaşar kah vahşeti. Kah yalnızdır kah kalabalık. Meydanın 3 […]
Cevri Kalfa 1808 yılındaki Yeniçeri isyanında yeniçeriler henüz çocuk yaştaki 2.Mahmut?u öldürmek için saldırdıklarında şehzadeyi korumak için saldırganların yüzüne kızgın kül fırlatacak kadar cesur bir cariyedir. Ve onun bu hamlesi şehzade Mahmut’un tavan arasına saklanması için zaman kazandırır. Böylece hayata tutunur şehzade Mahmut. Ve 2.Mahmut gün gelir padişah olur. Ne onu vakti zamanında öldürmek isteyen yeniçerileri ne de onu ölümden kurtaran Cevri Kalfa?yı unutur. Birini […]
Çevresini saran insan ve apartman kalabalığının içinde tek başınadır o. Ama asla yalnız değildir. Her dem koca gövdesine sarılmak istenir ki gövdesi 16.5 metredir. O içindeyken de dışındayken de güzel olandır aynı zamanda. Dışındayken İstanbul’un her yerinden izlersiniz onu. İçindeykense tüm İstanbul’u. Böyle bir şeydir işte bu kule. Adamı durup dururken şair eder.
Bahar geldi sayılır. En azından gelmese bile eli kulağındadır. Malumunuz cemrelerin bir tanesi havaya bir tanesi de suya düştü. Üçüncüsü de toprağa düşerse tüm kış zamanı yaşayan cemrelerin canı çıkmış soğuk havalar için iş bitmiş sayılır. Bahar çiçeklene çiçeklene gelmiştir artık. Ve İstanbul’da baharın tadı manzaraya hakim olan teras katlardaki kafelerde açık büfe kahvaltılarla, kahve keyifleriyle çıkar.
Sula Bozis İstanbullu bir Rum ve kendini Rumların İstanbuldaki mirasına, mutfağına, yaşantısına adamış bir yazar. Sula Bozis, Cibali’de Hacımihali Apartmanı’nda doğmuş. Hemen aşağısında bulunan Aya Nikola Kilisesi’nde de vaftiz olmuş. Çocukluğu Cibali ve Bakırköy’de geçmiş. Çünkü anne tarafı kuşaklar boyu Bakırköy’de yaşamış. Beyoğlu’nda bulunan Zaypon Kız Lisesi’ne kayıt olunca da Beyoğlu’na taşınmışlar. Sonrasında İstanbul Üniversitesi Felsefe bölümünden mezun olmuş. Ama […]
Bu heykel, daha okulları, hastaneleri, hükümet konaklarını, il ve ilçe meydanlarını, parklarını Atatürk heykelleri furyası kaplamadan önce yapılan ilk heykeldir. Peki, neden ilk Atatürk heykeli İstanbul’a yapıldı? Ve neden buraya? İstanbul Osmanlı demekti, saray demekti. Padişah demekti, halife demekti. Ankara’ysa Cumhuriyet. Heykelle yeni kurulan cumhuriyetin vermek istediği mesaj netti aslında. “Sadık ol İstanbul” Bu heykel Topkapı Sarayı’nın denize ulaşan burnu olan Sarayburnu’nda bulunur. Ve sırtını Topkapı […]
Anketin ilk sonuçlarını daha önce bu bağlantıda yayımlamıştım. Şu an ankete katılım 300’ü aşmış. An itibariyle 301’dir. Sonuçlara gelince, Troçki’nin Büyükada’da Kaldığı Ev Müze Yapılsın mı? sorusuna yanıt veren 301 katılımcıdan; 20 katılımcı “Hayır, gerek yok” demiş, 275 katılımcı ise “Evet, müze yapılsın” demiş, 6 katılımcı ise hiçbir görüş bildirmeden gönder butonuna tıklamış.
Osmanlı, Tapu ve Kadastro Müdürlüğü’ne Defter-i Hakani diyodu. Tapu işlemleri burada görülüyor tapu sicil işlemleri burada yapılıyordu. Tapu Kadastro Müdürlükleri’nin merkezi ise Sultanahmet’te bulunuyordu. Bina şu an Türk İslam Eserleri Müzesi olarak kullanılan Pargalı İbrahim Paşa Sarayı’nın bahçesine 1881’de yapılmıştı. Yüksek tavanlıydı ve 102 ofisten oluşuyordu. Bina hala Tapu ve Kadastro Müdürlüğü olarak yapıyor. Ama herhalde birkaç yıl sonra otel olacak. Malumunuz Sultanahmet ve Ayasofya […]
Yaklaşık 7 ay önce Üsküdar rıhtımda bulunan tek kişilik bir mahalle karakolunun hikayesini yazmıştım. Bu yazımda tek kişilik karakollardan İstanbul’da sadece iki tane kaldığından ve korunması gerektiğinden bahsetmiştim. Bugün vapur iskeleye yanaştığı zaman şunu farkettim. Karakol yoktu. Kaldırmışlar.
Önde, fotoğrafın merkezinde Cezaevi koşullarını pretosto eden ve “Tecrite Son” diyen bir grup pretostocu. Fonda ise Taksim Meydanı’na adını veren altıgen yapılı Taksim Maksemi ve su deposu.
95.1 frekansında yayın yapan Özgür Radyo’nun Cuma günleri saat 16 00 da başlayan bir programı var: Bizim İstanbul. Bizim İstanbul, İstanbul’u ideolojik ve dinsel kimlik olarak değil de bir dünya kenti olarak algılayan bir program. Ve Bizim İstanbul, İstanbul’u tüm tarih katmanlarıyla beraber anlamaya çalışan ve onu tanıtmak gibi de bir gaye taşıyan program. Nihayetinde birİSTANBULhayali.com’da İstanbul’u böyle algılar, böyle kurgular. […]
Sebiller sıradan zamanlarda su dağıtmak için kandil, bayram gibi zamanlarda ise suyun yanında şerbet dağıtılan yapılardı. Bir çeşmeye monte edileni de vardı, ayrı olarak yapılanı da. Küçüğü de vardı. Anıtsalı da. Mihrişah Valide Sultan Sebili anıtsal olanlardandı. 2,5 metre yüksekliğindeydi. 5 pencere bölmeliydi. Bitkisel bezemeliydi.
Osmanlı tarihi sinema açısından adeta saklı bir hazine. Konu o kadar çok ki. Yeniçerilerin “İstemezük” nidalarıyla başlayan isyanlarından tutun, küçücük bir şehzadenin başından geçen trajediye ordan Avrupa’ya yönelen seferlere belki Mimar Sinan’ın hayat hikayesine, Evliya Çelebi’nin o muhteşem seyahatine, Katip Çelebi’inin meşakkatli bilim serüvenine kadar… Fetih 1453’te o uçşsuz bucaksız konulardan sadece bir tanesine eğilmiş.
Bu sitede bir zamandır ” Troçki’nin Büyükada da 4 Yıl Yaşadığı Ev Müze Yapılsın Mı ? ” adı altında bir anket yayımlanıyor. İlk yayımlandığından bugüne ankete katılım 100’ü aşmış. An itibariyle 102’dir. İlk 100 katılımın sonuçlarına gelince :
Bu camiyi 1536’da Makbul İbrahim Paşa yaptırmıştı. Ya da şu an popüler adıyla Pargalı İbrahim Paşa. Caminin hikayesini daha önce bu bağlantıda anlatmıştım. Şimdi de panoramik bir fotoğrafını sunuyorum.
Filmde ilk dikkatimi çeken şehzade Bayezid oldu. Çünkü Osmanlıda şehzade olmak zor iştir. Çoğu zamanda trajiktir. O dönem 5-6 yaşında olan Bayezid babasından sevgi bekler. İlgi bekler. Birkaç kez şansını dener. Ama her defasında sonuç hüsran olur. Babası her zaman soğuktur. Film bunu çok iyi vurgulamış Yalnız, Fetih 1453 tarihin ruhunu yaklamakta epeyce geri planda kalıyor. O döneme kullanılan […]
Bu filmin aynı dönemi işleyen diğer tüm tarihi filmler gibi Bizansla arası pek iyi değil. Oysa Bizans Roma’dır. Tıpkı onu yıkan Osmanlı gibi. Film sırasında şahit olduğum bir trajedidir. Ne zaman Bizans görüntüleri ekranı kaplasa seyircilerde bir kıkırdamadır başlıyor. Yer yer kahkahalar duyuluyor. Seyircilerde problem yok. Problem senoryada. Aslında senoryada da değil, dipte. Derinlerde. Zihniyetimizde.
“Kuyumcu ustası, ustalığını ve hünerini göstermek için öyle bir mutluluk kapısı yapmış ki sanki parlak Kabe kapısıdır. Buna imanla bakanlar şaşkınlık içinde kalırlar. Pirinç madeninden levhalar üzerine ince ince kalemkar nakışlarıyla … … bazı değerli taşlar ile süslenmiş ve gümüş halka ve gümüş menteşeler ve gümüş kilitler ile süslenmiş bir eşsiz kapıdır.” Sultanahmet’in ana giriş kapısını anlatan yukarıdaki anlatım Evliya […]
İstanbul, İstanbul olmadan önce Yani daha tıfıl bir şehir iken, Surları daha Çemberlitaş?a bile ulaşmamışken, Tam da burada Zeuksippos denilen bir hamam vardı. Ve bu hamam adını entrikalarıyla meşhur tanrı Zeus?tan alıyordu. Şimdiyse Hürrem Sultan?ın hamamını görüyoruz. O da entrikalarıyla meşhur. Ve burası
İtiraf ediyorum. Amacım Eyüp İskelesi’ni çekmekti. Vizörden dikkatlice bakınca fonda Ayasofya’nın olduğunu farkettim. Boşver dedim Ramazan, Ayasofya’yı çek. Bu seferde Eyüp İskelesi ve sandalla karşıya , Sütlüce mevkiine geçmek isteyen birkaç yurdumun insanı eşlik etti. Yazının adı Eyüp’ten Ayasofya olacaktı. Tersi oldu. Gayetiyle de güzel oldu.
Sokollu Mehmet Paşa’nın yıl 1505’te Bosna’nın yoksul bir köyünde başlayıp Osmanlı Devleti’nde zirveye uzanan bir hayat hikayesi vardır. Bu hikaye yıl 1579’da bir meczubun hançerinin ucunda trajik bir biçimde sonlanır. Paşa, ölümün ne zaman geleceğinin belirsizliğinden olacak türbesini ölmeden yaklaşık 10 yıl önce yaptırdı. Yapanda Mimar Sinan’dı.
Bir pazar sabahı Üsküdar’dan Eyüpe doğru sırf kahvaltı yapmak için yola çıktığımda çektim bu fotoğrafı. Ve bir ad koydum fotoğrafıma: ” Arma-i Osmani Şahane”
Altı üstü bir kesim yeri. Hayvanların kesildiği, buzhanede saklandığı bir bina. Dolayısıyla özensiz bir şekilde yapılsa, anlarsınız. Zaten bir mezbaha der geçiştirirsiniz. Ama kazın ayağı hiçte öyle değil.
Bazen olmayacak olan olur, koca kent ayrıntıların içine giriverir. Ve saklanır orada. Ta ki, kaşifi bulana dek. Yukarıdaki çocuk, günlük hayatın olanca keşmekeşi içinde, bir oraya bir buraya savrularak çevresinde ki güzelliği görmeyen insanları izleyen bir heykelciktir. O, gözden kaçıp gidendir. Kimsesiz bir hayat sürendir. Ama o, herkesi gören herkesi izleyendir. Balkondan sarkan yalnız bir çocuk heykelciktir o. Bu heykelcik Karaköy’de. Bir zamanların finansın merkezi olan, Bankalar Caddesi’nde. Bankalar […]