Bugün bir dünya haritası alın ve bakın. Gözünüze ilk çarpan yer neresi. Amerikan rüyasının kıtası mı? Uygar yaşamın, çağdaş değerlerin merkezi Batı Avrupa mı? Kültürel geçmişi ve çeşitliliğiyle Çin mi, Hindistan mı? Dünyadaki vahşi yaşamın, safarinin merkezi Afrika mı? Kutuplar mı? Okyanuslar mı? Hangisi?
Sait Faik için adaydı. Haritaya ne zaman baksa gözleri bir ada arardı.
Derler ya adam olacak çocuk küçüklüğünden belli olur diye; yalnız olacak, tüm hayatını yalnız yaşayacak olan adam da haritaya bakışından belli oluyor demek ki.
İstanbul’da ada ve edebiyat deyince bugün akla ilk gelen ismin Sait Faik olması bu yüzden bir tesadüf değil. Çocukluktan hissedilmiş sonrasında ilmek ilmek örülüp hayata geçirilmiş bir kararın sonucu. Bugün Sait Faik’siz yazılmış bir Burgazada, Kınalıada, Kaşıkadası, Sivriada ve Yassıada’nın tarihi eksik, ruhsuz bir tarihtir.
1906’da Adapazarı’nda, karanın ortasında doğan Sait Faik otuzlu yaşlara gelinceye kadar çeşitli işlerle uğraştı. Babası Burgazada’dan beyaz bir köşk satın alınca ilk önce yazları köşke giden Sait Faik bir zaman sonra hastalığının getirdiği iç sıkıntısıyla İstanbul’un merkezinden uzaklaşma ihtiyacı duydu ve köşke yerleşti. Yazarlıktaki en verimli dönemi Burgazada’ya yerleştikten sonra başladı.
Zamanının büyük bir kısmını değişik insanları gözlemlemekle geçiren Sait Faik, kibar zümrenin insanlarından hiç hoşlanmadı. Bunun için de kibar zümrenin insanlarının mekanı olan Boğaz semtleri, Sait Faik’in ilgi alanına girmedi. Bu sosyetik, burnu bir kaşık havada olan zümrenin insanlarını tarif etmek için kalemini hiç kıpırdatmadı. Onun mekanı sokaktı. Balıkpazarlarında, kahvehanelerde, meyhanelerde soluk alıp veren insandı. Alnı terleyendi. Kıt kanaat geçinendi. İşçiydi, emekçiydi. Ekmeğini taştan çıkarandı.
Sait Faik ada yaşamını sevdiğinden mütevellit balık tutmayı severdi. Sandalla Burgazada, Kaşıkadası, Kınalıada, Sivriada ve Yassıada kıyılarında Rum balıkçılarla balık avına giderdi.
Sait Faik’in hikayelerinde otobiyografik ögeler baskın değer olduğundan hikayelerinde bu avlara yer vermiştir. Kınalıada ve Kaşıkadası kıyılarında zargana ve karides avları, Sivriada’da Karagöz avları ve martı yumurtası toplamalar.
Kırk martı yumurtası toplamış
Büyük öykücü Sait Faik’i dağda bayırda, elleri kan içinde kalarak martı yumurtası toplarken düşünün. Belki de bunları yaptığı için bu kadar büyük.
Aşağıdaki alıntı Sait Faik’in Lüzumsuz Adam adlı hikaye kitabında bulunan Kameriyeli Mezar adlı hikayeye aittir. Hikayede Sait Faik Burgazada Mezarlığı’na gider, biraz dolandıktan sonra mezarlığın yamacında bulunan yuvalardan martı yumurtası toplamaya karar verir.
” Martı yumurtalarına doğru yürüdüm. Keretalar, ne de çıkılması zor yerlere yumurtluyorlar. Nasıl da saklıyorlar onları! Nereden de biliyorlar bir martı yumurtası düşmanı vardır diye. Herhalde insanlardan saklamıyorlar. Kim bilir, güneşte şu sakin sakin kurunmaya çalışan karabataklar belki martı yumurtası oburudur. Belki de kertenkele, yılan sever martı yumurtasını, kim bilir?
Ellerim kan içinde kaldı. Yüzüm gözüm toprakla doldu. Ama kırka yakın martı yumurtası topladım.”
Martı yumurtasını anlama klavuzu
Sait Faik’in en büyük keyiflerinden biriydi martı yumurtası toplamak. Sabah sabah martı yumurtalarını toplayıp, kahvaltıda bir tavaya kırmanın keyfi paha biçilemezdi onun için. Çoğu zaman kahvaltıyı bile beklemezdi; bir tanesini hemen oracıkta kırıp içerdi.
Sait Faik Kameriyeli Mezar ve Sivriada Sabahı adlı hikayelerinde martı yumurtalarının nasıl toplanması gerektiğini anlatmış, yumurtalar ile ilgili deyim yerindeyse bir kılavuz oluşturmuş. Martı yumurtalarının bozuk olup olmadığını, yumurtaların içinde yavru bulunup bulunmadığını nasıl anlarız? Martılar yumurtalarının adetinde bir keramet var mıdır? Anne olacak martı neden tek haneli yumurtalarda çift haneli yumurtlamaz? Anne martılar sayarak mı yumurtluyorlar gibi soruların yanıtlarını Sait Faik ” Sivriada Sabahı” adlı hikayesinde yanıtlamış. Hikaye tadında bir martı yumurtalarını anlama kılavuzu hazırlamış.
Sait Faik’in Sivriada Sabahı adlı hikayesinde üç arkadaşın Sivriada kıyılarında Karagöz avı anlatılır. Anlatıcı balık tutmaktan anlamayan biridir. Rum balıkçı Kalafat ise işinin ehlidir. Bir de yanlarında henüz çocuk yaşlarında olan Sotiri vardır. Hikayenin bir bölümünde Sotiri midye kabuğuyla elini keser. Kesik elle oltayı tutamayacağından Karagöz avına katılamaz. Anlatıcı ve Kalafat Karagöz avına giderken, Sotiri adada kalır ve martı yumurtası toplamaya karar verir. Gerisini Sait Faik’ten okuyalım:
Sotiri: Siz gidin. Benim tam olta tutacak yerimden kesildi parmağım.
Kalafat: Sen bilirsin. Sotiri bana bak. Toplama çok yumurta. Sakın tekleri alma!
Sotori: Neden usta?
Kalafat: Bozuk olur da ondan. Bilmez misin martı üç yumurta yumurtlar da kuluçkaya yatar.
Sotori: Ben toplayayım da sonra suda muayene ederiz.
Kalafat: Peki, tazesini nasıl anlarsın?
Sotori: Deniz suyuna atarsın. Yüzenini ayırırsın.
Kalafat: Yüzen mi tazedir? Yuh ervahına! Ulan kaç defa söyledim sana be, dibe çökenini alacaksın diye?
Sotori: Peki usta, unuttumdu.