10 Ekim akşamı yaklaşık 8-10 kadar domuz Rumelikavağı’ndan denize atlayarak akıntı ve uzun mesafeye rağmen yüzerek Anadolu Kavağı’ndan karaya çıkınca belki de tarihte ilk defa bir domuz sürüsü bir kıtadan başka bir kıtaya yüzerek geçiyordu.
Ne orada uzun zamandır yaşayan halk böyle bir olaya tanıklık etmişti ne de 1500 yıl boyunca İstanbul’a gelen yüzlerce seyyah, metinlerinde böyle bir olaydan bahsetmişti. Halk şaşkındı, seyyahlar dilsiz.
Yaşanan bu “ilk” övgüyü hakedebilecek bir nedenden çıkmasada “ilk” olduğu için, farklı olduğu için, duyunca insanı heyecanlandırdığı için önemli. Öyle ya 21. yüzyılda bir domuz sürüsü İstanbul Boğazı’nı yüzerek katediyor. Bir domuz sürüsü tarafından kıtalararası yapılan bu yolculuk Boğaziçi’nin adını, geçmişini, tarihini hatırlattığı içinde ayrıca önemli.
Galata’dan Üsküdar’a yüzen mandalar
1587’de Avusturya elçisinin eczacısı olarak İstanbul’a gelen Reinhold Lubenau 2 yıl İstanbul’da kalmış, kaldığı sürecede İstanbul’u bol bol gezmiş, izlenimlerini 800 küsur sayfa tutan ” Reinhold Lubenau Seyahatnamesi ” adı altında kitaplaştırmıştı.
Reinold Lubenau İstanbul’da kaldığı süre içinde birçok sabah Galata’dan Üsküdar’a yüzerek geçirilen mandalar görmüştü. Yaklaşık 100 kadar manda sabahları Galata’dan Üsküdar’a yüzerek geçiriliyor, tarla işlerinde kullanıldıktan sonra akşamları gene yüzerek geri getiriliyordu. Anlaşıldığı kadarıyla Osmanlı, Boğaziçi’ni sadece ulaşım, ticaret ve yalılarına mekan olarak değil aynı zamanda öküzlerine bir geçit olarak kullanıyordu.
Lubenau’ya göre Boğaziçi’ne “Bosphorus” yani “Öküz Geçidi” denmesinin nedeni tam da buydu. Boğaz’da yüzerek karşı kıyıya geçen öküzlerdi. Lunebau, kuşkusuz bu iddiayı kendi ortaya atmadı. Bilinen, dillendirilen bir şeyi yazdı. İstanbul’a gelen birçok seyyah da böyle yazmıştı zaten ama olay bir tesadüften ibaret.
Çünkü ” Öküz Geçidi “nde bahsedilen öküz Lubenau’nun bahsettiği Boğaz’ı yüzerek kateden Osmanlının öküzleri değil, mitolojideki uydurma bir Yunan öküzü.
Boğaziçi’nin adında saklanan çapkınlık hikayesi
Boğaziçi, Batı dillerinde ve litaratürde Bosphorus olarak bilinir. Sözcük, “bous” (inek) ve “phoros” (geçit) kelimelerinden türetilmiştir. Boğaziçi’ne İnek Geçidi demeyip de Öküz Geçidi diyenlerde vardı. Seyyahlar ekseriyetle Öküz Geçidi diyordu.
Mitolojiye göre Boğaziçi adını bir çapkınlık hikayesinden alır.
Tanrıların tanrısı olan Zeus bilindiği gibi oldukça çapkındır. Yüzlerce güzel kızı baştan çıkarmıştır, yüzlerce belki de binlerce metresi vardır. Ama Zeus’un bir de Hera diye bir karısı vardır. Tanrıça Hera seven her kadın gibi kıskançtır ver kısknaçlık krizi tutunca çok zalim olabilmektedir.
İşte kıskançlık krizi tutunca çok zalim olabilen bu kadın, kocası Zeus’un İo adında güzeller güzeli bir sevgilisinin olduğunu öğrenir. Öldürme planları yapar. Bunun üzerine Zeus, sevgilisi İo’yu Hera’dan koruyabilmek için inek biçimine sokar. Artık bir inek olan İo, Hera’nın zalimliğinden kurtulduğunu sanar ama Hera her kıskanç kadın gibi durmaz tabi. Ebediyen eziyet etmesi için İo’nun üzerine bir at sineği gönderir. İo’da bu sinekten kaça kaça sonunda kendini Boğaz’a atar ve yüzerek Avrupa’dan Asya’ya geçer. Ama Asya yakasında bir süpriz bekler onu. At sineği karşı kıyıya ondan önce geçmiştir. Ve İo’nun denizden çıkmasını beklemektedir. Tıpkı 10 Ekim domuzları gibi.
Çünkü İo’yu karşı kıyıda tam da kaçtığı şey beklerken, 3. köprünün ayağından kaçan domuzları da köprünün diğer ayağı bekliyordu. Birisi uydurma biri de kanlı canlı bir gerçekti ama ikisi de son kertede kader ortağıydılar. Biri aşk mazlumuydu biri de bir hilkat garibesi olan 3. köprünün mazlumu.
3. Köprü ve domuzlar
Rumelikavağı’nda domuz her zaman olur. Dolayısıyla Rumelikavağı’nda yaşayan biri için bir domuz haberi hiç de şaşırtıcı değil. Hatta kimi zaman kıyıya kadar da indikleride bilinir. Şaşırtıcı olan domuzların bu sefer karşı kıyıya geçmiş olmaları. Belliki barındıkları bölgeden umutlarını kesmişler ve yeni bir yaşama alanı arayışına girmişler. 3. köprünün çirkin ayakları yaşadıkları yerin bağrına bir hançer gibi saplandı çünkü.
Bu konuda Yaban Hayatı Uzmanı Doç. Dr. Zeynel Arslangündoğdu’nun verdiği bilgilere kulak kesilmek özellikle önemli. Gündoğdu’ya göre, Rumelikavağı’nda yaban domuzlarının çok sayıda ini bulunuyor ve muhtemelen 3. köprü inşaatından dolayı domuzlar orada barınamadı. 3. köprü inşaatının başlama zamanı Mayıs sonu- Haziran başı. Bu zamanlar hayvanların üreme zamanı. Yer değiştirebilen değiştirdi, değiştiremeyen kaldı. İleride zaten bulundukları noktalardan çıkmak zorunda kalacaklar. Köprü yolu ile zaten habitat parçalanıyor. 3. köprünün doğrudan ve dolaylı zararları var. Yol çalışmalarından dolayı yaşam alanlarının zarar görmesi direkt zarar. Habitat parçalandığı için de hayatlarında dolaylı bir parçalanma oluyor. Otoyol, iki habitatı parçalamak demek. Bağlantı yolları ise habitatları daha da küçültmek demek. Bir şahin en az 15 kilometrekarelik bir alanda ürüyor. Her alanın büyüklüğü oradaki hayvanların yaşam olanaklarını belirliyor. Bir kartal için en az 50 kilometrekarelik alan gerekiyor. Şehir yaşantısına uyum sağlamış martılar, sicaplar var. Ama adapte olamayan türler de var. Asıl onlar korunmalı.
Choírosphorus
Mitoloji ve gerçek az rastlanır bir şeklide Boğaziçi’nde buluştu. Tesadüf o kertedeydi ki mitolojik bir hikayeden adını alan Bosphorus, bir gerçekle karıştırıldı. Ve bizim çılgın projelerimiz karıştırılan bu gerçeği daha da değiştirecek bir potansiyel barındırıyor.
Çünkü 3. köprünün ayakları, otoyollar, bağlantı yolları domuzların habitat alanlarını sürekli parçalayıp küçültüyor. Farklı habitat alanlarının birbiriyle ilişkisini kesiyor. Yaşadıkları habitattan umudunu kesen domuzların can havliyle yeni yaşama alanları bulmaya çalışması, ararken de iyi yüzücü oldukları için Boğaziçi’ni bir geçit gibi kullanarak karşı kıyıya geçmesi olası. Kimbilir belkide 10 Ekim akşamı yaşanan göç bir işaret fişeğiydi.
Olmaz olmaz demeyin çünkü olmaz olmaz. Bir de bakmışsınız “Bosphorus”, “Choírosphorus” oluvermiş. Yani “Domuz Geçidi”
ali says:
Yorumunuz çok doğru. Tempo dergisinin geçen ayki sayısında 3. köprü katliamı fotoğraflarla gösteriliyordu.