Bu satırların yazarı da bir öğretmen hatta gayetiyle de mütevazi sayılır ama kendinden bahsetmiyor. Adı Sarkis Sarraf Hovhannesyan olan bir Ermeni’den bahsediyor. Çünkü Sarkis Sarraf  Hovhannnesyan İstanbul’un tarihi yapılarını ve topoğrafyasını anlattığı Payitaht İstanbul’un Tarihçesi adlı kitabının giriş bölümünde kendini aynen böyle tanımlıyor: “…ben, İstanbullu mütevazi öğretmen tıbir Sarkis Sarraf Hovennesyan…”

Kim bu Sarkis Sarraf Hovhannesyan ?

Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan Osmanlılar Ansiklopedisi’nin Sarkis Sarraf  Hovhannesyan adlı maddesi, Hovhannesyan’ın tarihçi ve eğitimci olduğunu yazıyor. Saro Dadyan’nın Osmanlıda Ermeni Aristokrasisi adlı geniş hacimli kitabındaysa Hovhannesyan’dan minicik bir cümle dahi olsa bahsedilmemiş. Neden acep? Saro Dadyan’ın  bildiği ama bizim bilmediğimiz bir şey mi var yoksa? Ya da bizim gördüğümüz ama onun göremediği? Payitaht İstanbul’un Tarihçesi’ni basan Tarih Vakfı’da Hovannesyan için tarihçi ve eğitimci demiş.

Hovhannesyan’ın tarihiçi ve eğitimci olduğuna şüphe yok.  Mevzu bu değil zaten. Hovannesyan için aynı zamanda seyyahta diyebilir miyiz? Mesele bu! Mesela, İstanbul seyyahlarıyla ilgili bir çalışma yapılsa Hovhannesyan’nın adını seyyahların içinde zikredebilir miyiz? Neden bu soruyu soruyorum?  Çünkü İstanbul seyyahlarıyla ilgili yapılan çalışmaların hiçbirinde Sarkis Sarraf Hovennesyanın adı yok.

Garabet bir kelime: Gezmen

İlk önce netleştirilmesi gereken nokta seyyahın anlamı. Seyyah kimdir? Seyahatname nedir?

Bu konularda ilk başvurulacak kaynak olan Türk Dil Kurumu’nun sözlüğüne baktığımda seyyahın kelime anlamı olarak gezgin, turist yazdığını gördüm. Epeyce de güldüm. Bu kadar yani. Türk Dil Kurumuna göre seyyahı turistten ayıran hiç bir fark yok! Sözlüklerimiz kimlere emanet!

Neyse sözlükteki yolculuğuma devam ettim. Gezgin maddesine baktım. Bir de ne göreyim gezmen yazıyor. Gezmende ne? Siz hiç hayatınızda böyle bir kelime duydunuz  mu? Süpermenin ikiz kardeşi varda biz mi bilmiyoruz. Bu da neyin nesi böyle. Bu küçük maceranın sonucunda seyyahın ne demek olduğunu öğrenemedim ama çevir-men, yaz-man kelimelerinde olduğu gibi, -men -man yapım ekleri kullanılarak türetilen garabet bir kelimenin varolduğunu öğrendim. Öz Türkçe’ci  olan arkadaşlara bu kelimeyi şiddetle tavsiye edip konumuza devam edelim.

Seyahatnameler

İstanbul’un yazınsal dünyasında şöyle bir huy vardır. İstanbulla ilgili yazılmış her türlü hatırat seyahatname kategorisine konulur. Adam elçi, birkaç yıl İstanbul’da kalmış birkaç sayfa bir şey karalamış, bir kitap yazmış gel gör ki kitabı bir anı-hatırat olarak değil de seyahatname olarak değerlendiriliyor.Hovhannesyan’ın aynı zamanda bir seyyah olduğunu düşünen ben de bu düşünceye aynen katılıyorum. Yani Hovhannesyan tarihçi ve eğitimci olmasının yanında aynı zamanda seyyahtır. Tıpkı Avrupa’dan elçilik göreviyle gelen birinin İstanbul’a dair tuttuğu notların seyahatname olarak değerlendirmesi gibi. Geniş olmakta yarar var.

Ve Payitaht İstanbul’un Tarihçesi

Hovhannesyan’ın kendini  “İstanbullu mütevazi bir öğretmen” olarak tanımladığı Payitaht İstanbul’un Tarihçesi adlı kitabı hakkında uzun uzadıya bahsetmenin vakt-i şahanesi geldi sanırım.

1740 İstanbul doğumlu Ermeni bir eğitimci, tarihçi ve seyyah olan Sarkis Sarraf  Hovhannesyan , ileri derecede Türkçe ve Rumca biliyor. Neredeyse tüm ömrünü, kaleme aldığı eserleri için harcamış. Bu eserlerden bir tanesi de 1800 yılında bitirdiği, hem tarihçiliğini hemde seyyahlığını konuşturduğu bir kitap: Payitaht İstanbul’un Tarihçesi.

Bu kitap alanında özel bir kitap olarak kabul edilebilir. Çünkü Hovennasyan bu kitabında İstanbul’u anlatmak için farklı bir metot kullanıyor. Genelde İstanbul semt semt anlatılır. Bu gerek seyahatnamelerde gerekse günümüzde yazılan kitaplarda da böyledir. Ama Hovhannesyan kitabında  İstanbul’u semt semt anlatmıyor.İki merkez belirliyor ve İstanbul’u bu merkezler çevresinde açıklıyor. Merkezlerden biri surlar  diğeri de oldukça kafiyeli bir şekilde, burunlar.

Sur demek İstanbul demek. Çünkü İstanbul demek sur içi demek. Burunsa Boğaziçi demek.  Surlar nasıl İstanbul’u kuşatıyorsa, burunlar da Boğaziçi’ni kuşatıyor. Aslında Hovhannesyan kulağa usulca şunu fısıldıyor: “Ey okur! İstanbul surlardır  ve Boğaziçi’dir aslında.”

Hovhannesyan surların 26 kapısını çevresine sinen yaşamla ve yapılarla beraber anlatıyor. Kapıdan giriyor ve yavaş yavaş kentin içlerine doğru ilerliyor. Böylece kentin merkezine kadar uzanan yapıları da anlatıyor. Anlattığı bölgede eğer Hristiyan geçmişe dair dikkat çekici bir iz varsa özellikle es geçmiyor. Mesela Çubuklu’da kalıntıları dahi olmayan  Akimitis  adlı bir Bizans Manastırı’ndan bahsediyor. Bu manastırın keşişlerine  uykusuz keşişler derlermiş. Bu keşişler nöbetleşe gece-gündüz hiç uyumadan dua ettikleri için bu adı almışlarmış.

Sur kapılarıyla devam edecek olursak Kumkapı’da saray katırlarının bulunduğu Katırhan’dan bahsetmiş, şuan yok tabi. 17. yy’da Kumkapı’ya demircilikle geçinen çingenelerden bahseden Hovennesyan, Köprülü Mehmet Paşa’nın çingeneleri buradan kovduğundan ve oturdukları evleri yıktırdığından bahsediyor. Sarayburnu Surları civarında o kadara köşk varmış ki o civarı iyi bilmeme rağmen zihnimde canlandırmayı bir türlü beceremedim. O kadar köşkten şimdi sadece iki tane kalmış; biri Sepetçiler Kasrı diğeri de sadece kalıntısı kalan İncili Köşk.

İstanbul’da geceleri bu 26 kapı kapanırmış. Böylece şehrin güvenliği sağlanırmış. Geç kalanlar ancak tek bir kapıdan girebilirlermiş; Eminönü Yeni Cami civarında bulunan Bahçekapı’dan.

Eğrikapı’dan bahsederken Aya Panayia Kilisesi için özel bir parantez açıyor Hovennesyan. Çünkü bu kilisede Rumların azgın delileri uslanana kadar zincirle bağlı şekilde kapalı tutulurlarmış. Açlık ve susuzlukla cezalandırırırlar hatta bazen dövüldükleri bile olurmuş.

Hovhannesyan, İstanbul Surları’nın bu 26 kapısını anlattıktan sonra Eyüp’e geçiyor, Eyüp Cami’nden ve Eyüp’teki Ermeni mahallerinden bahsettikten sonra Kağıthane ve Sütlüce’ye geçiyor. Sütlüce adını kadınların sütünü çoğaltan bir ayazmadan alırmış. Kasımpaşa’da mollanın birinin, bir Yahudi mezarlığını bir gecede nasıl camiye çevirdiğini anlatıp Galata’ya geçiyor. Tahmin edebileceğiniz gibi Galata’yı anlatmaya, Galata Surları’nın kapılarından başlıyor. Buradaki dokuz kapıyı etrafına yerleşen esnaflarla beraber anlatıyor. Malum orası Galata. Ticaretin, esnafın merkezi.

Tophane’yi, adını Salı günü kurulan pazardan alan Salı Pazarı’nı, Beşiktaş’ı, Ortaköy’ü anlattıktan sonra Boğaziçi’ni anlatmaya başlıyor. Boğaziçi’ni anlatırkende merkez olarak burunları alıyor ve saymaya başlıyor burunları: Defterdar Burnu, Sarraf  Burnu,  Akıntı Burnu, Bebek Burnu, Kayalar Burnu, Tokmak Burnu, Yeniköy Burnu, Kireçburnu vs. Boğaziçi’nin önemli burunlarını yine çevresine sinen yaşamları, olan ve olmayan yapılarıyla beraber anlatıyor.

Beykoz’dan, Çengelköy’den, Beylerbeyi Bahçesi’nden, İstavroz Köyü’nden, Kuzguncuktan bahsediyor. Kuzguncuktan bahsederken burada yaşayan ölülerin yaşayanlardan fazla olduğunu söylüyor. Çünkü Yahudiler Kuzguncuk’u Kudüs toprağına bitişik kabul ediyorlarmış. Bu yüzden ölen bir çok Yahudi buraya gömülmeyi tercih ediyormuş.

Buradan Üsküdara geçiyor derken Kadıköy, Moda, Maltepe  Kartal oradan Adalar’a geçip kitabını bitiriyor.
Tüm bu yolculuk 76 sayfacık sürüyor. Son 10 sayfa ise liste şeklinde düzenlenmiş. Listede 1800 yılında mevcut olup sur içinde bulunan Rum Kiliseleri, iskeleler ve şehrin kapılarının tam listesi var.

Gelgelelim Sarkis Sarraf Hovhannesyan’ın seyyah olup olmamasının neden benim için bu kadar önemli olduğu sorusuna. Ben de öğretmenim.Gayetiyle de mütevazi sayılırım. İstanbullu değilim ama İstanbul’da yaşıyorum. Sahi, İstanbul’da yaşayan  Samsun’lu olan ama İstanbul’u yazan mütevazi bir öğretmen seyyah olabilir mi?

sarkis sarraf hovhannesyan

Bu yaziya 3 yorum yapilmis.

  • Merhabalar
    Önce şu kadarını söyliyeyim ki, bu internet sitenizle çok yerinde bir iş görüyorsunuz. Bu günkü İstanbul ile, daha çok değil otuz-kırk sene önceki İstanbul arasında dağlar kadar fark var.
    Bu makalenize birkaç yorum da bendenizden.
    Anladığım kadarıyla, Sarkis Hovannesyan sarraftır veya baba mesleği sarraf bir ailenin ferdidir. “Sarraf” bir Ermeni ismi değildir.
    “Tıbir” ise, Ermeni Gregoryen kilisesinde, horanın karşısında, cemaatle aynı katta, ilahileri okuyan mahalleli esnaf ferdine verilen isimdir. Tıbir öğretmen ise, genellikle mahalledeki okuldan gelen gençlere ilahileri alaturka makamlarla söylemeyi öğretendir.
    Ermeni kilisesinde gönüllü görevliler ve kilise binasının papazları “okumuş” değildir. Kendi esnaf olmayan, çoluk-çocuksuz ve sıhhatsız, hasta, mesela kör topal bugüne kadar da kilisede papazlık yapamaz. Üniversite mezunu, serbest meslek sahipleri de papazlık yapamazlar.

  • Seyyah olmadan İstanbul yazılamaz. Eğer yazarsanız sadece yaşadığınız semti yazabilirsiniz. Orhan Pamuk gibi

    • Haklısınız. Yorumunuz çok anlamlı. Olayı, can damarından yakalamış.

Yorum yapmak istermisiniz?

RSS yapılandırılmış değil.

———————————————————–

————————————————————

———————————————————-

———————————————————-

———————————————————

———————————————————

———————————————————

——————————————————–

————————————————————

——————————————————–

———————————————————

———————————————————–

——————————————————-

———————————————————–

E-mail adresinizi yazın

yeni yazılar posta adresinize gönderilsin
(E-posta adresinize gönderilen linki tıklamayı unutmayın)

——————————————————–

————————————————————

YAZI ETİKETLERİ

———————————————————-

———————————————————–

Yazıların ve fotoğrafların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

————————————————————–

Bu sitede emeğe saygı esastır