İstanbul ve imar, iki kadim dosttular.
Nasıl olmasınlar ki. Bizans, İstanbul’u Roma’ya rakip bir başkent yaratmak için forumlarla, saraylarla, hamamlarla, senota binalarıyla donatarak imar ettiğinde İstanbul bir anda dünya tarihinin göbeğine oturuvermişti. O andan sonra yüzden fazla ada sahip oldu İstanbul. Ruslar Çarların Kenti anlamında Çargrad dediler; Vikingliler Büyük Şehir anlamında Miklagard dediler. Ve daha onlarcası…
Yıl 1453’te Fatih, İstanbul’u fethedince kente bakmış yüzyıllar içinde harap olan bir İstanbul görmüştü. Devr-i Osmanlı’da Konstantiniyye böyle harap ve bitap kalamazdı. Külliyeler, köşkler, çeşmeler, saraylar, hamamlar, çarşılarla donatılarak tiz imar edilmeliydi. Edildi de. Fatih, yüksek bürokratlara ve askerlere verdi emrini: “Kenti imar edin.” İstanbul ve imarın dostluğu perçinlenmişti yüzlerce yıl sonra.
İstanbul ve imar, birkaç yüzyıl sonra iki kadim düşman oldular.
Coğrafi keşifler, rönesans, reform, aydınlanma çağı, bilim, sanayi devrimi, teknoloji derken Avrupa birkaç yüzyıl içinde yeni bir kimliğe bürünüvermişti. Kent anlayışı da değişmişti Avrupa’nın.
Modern Avrupa’da kent, mitinglerin, törenlerin yapılabilmesi için geniş meydanlara; meydanlarla geometrik bir düzen içinde birleşen düzgün, geniş sokaklara; sokak kenarlarında yaylar için özel olarak dizayn edilmiş kaldırımlara; insanların dinlenip, iyi vakit geçirebileceği kamuya açık parklara; modern çağın yeni ulaşım aracı otomobiller için üç beş şeritli geniş yollara ihtiyaç duyuyordu.
İstanbul’un da bu yeni peyda olmuş modern sürece uyum sağlaması gerekiyordu. Dar, çoğu zaman çıkmazlara varan sokakları genişlemeli; o sokaklara kaldırımlar inşa edilmeli; meydan olabilecek alanlar meydana çevrilmeli; hepsinden önemlisi modern çağın ana ulaşım aracı olan otomobiller için 50-60 metreye varan genişlikte caddeler inşa edilmeliydi. Tarihin yeri yurdu olan, adımbaşı tarihi eserlerle dolu olan İstanbul bu tip bir “modern ameliyata” göğüs gerebilir miydi?
Yıl 2014’de İstanbul’da elde pek fazla bir tarihi yapı kalmadığına göre bu modern ameliyata İstanbul göğüs geremedi. Can vermedi ama masadan kalkamadığı, kimliğinden çok şey kaybettiği kesindir.
İstanbul’a yapılan modern ameliyatı anlamak için bir başucu kitabı
Mimarlık ve şehir tarihçisi olan Murat Gül, “Modern İstanbul’un Doğuşu: Bir kentin dönüşümü ve modernizasyonu” adlı kitabında İstanbul’a yapılan bu ameliyatı önyargısız, siyasi tarafgirlik yapmadan bir süreç içinde anlatıyor. Süreklilik, metinlerin ana dokusunu oluşturuyor.
Akıcı olan, meramını çok iyi anlatan kitap, esas olarak 1839 tarihiyle başlıyor. Her ne kadar Osmanlı’da modernleşme 3. Selim dönemine hatta Lale devrine uzansa da 1839 tarihi Osmanlı için modernleşme yönünde gaza basıldığı yıldır. Devlet kurumları ve anlayışı 1839 Tanzimat Fermanı’yla modernleşmeye hız vermişken kent yönetimi ve yapısının da bu modernleşmeden uzak kalması imkansızdı.
Kentin bakımından ve düzenlenmesinden sorumlu bir belediyenin kurulması; modern imar yönetmeliklerinin oluşturulması; gelişen ulaşım araçlarına bağlı olarak demiryolu, karayolu ve metroların yapılması; Boğaziçi ve Haliç’e iki yakayı birleştiren köprülerin yapılması; bütünlüklü, kentin tamamını içine alan bir kent imar projesinin oluşturulması İstanbul kent yönetiminin modernlik yönünde atması gereken adımlar olarak önünde duruyordu.
Ezcümle 3 aşağı 5 yukarı bu sorunlarla ilgilenildi. Bütünlüklü, kentin tamamını içine alan bir kent imar projesinin oluşturulması uluslararası alanda ün yapmış kent planlama uzmanları arasında proje yarışmaları açıldı. Sunulan projeler aracılığıyla devlet yeni yapılacak caddelerin güzergahları hususunda bir akla sahip oldu.
Devlet aklı ve çok tartışılan adam Adnan Menderes
İstanbul’un yeniden imar edilmesi konusunda açılan proje yarışmalarında sunulan projelerde göze çarpan dikkat çeken bir benzerlik vardı. Açılacak caddelerin güzergahı hemen hemen tüm projelerde aynıydı. Sirkeci’yi Florya’ya bağlayan bir cadde (Kennedy Caddesi) ; Eminönü’nü Unkapanı’na bağlayan bir cadde (Ragıp Gümüşpala Caddesi) ; İstanbul’u içeriden kateden doğu-batı yönlü iki cadde (Vatan ve Millet caddeleri) ; bir de İstanbul’u tam ortadan ikiye bölen bir cadde (Atatrük Caddesi).
Dikkat edilirse Atatürk Caddesi hariç bu caddeler Adnan Menderes’in meşhur imar hareketleri sırasında açılan caddeler. Adnan Menderes bu caddeleri açtığı sırada gerçekleşen tarihi eser kıyımı için çok tartışıldı ama yazar Murat Gül esas sorumlunun Adnan Menderes olduğunu düşünmüyor. Hem çağa, çağın içinde barındırdığı mimarlık anlayışına vurgu yapıyor hem de planın 19. yüzyılın sonlarından itibaren devletin hafızasında olan bir plan olduğunu belirtiyor ve sürekliliğe dikkat çekiyor.
İtiraf etmeliyim. Bu kitabı okuyana kadar 1956-60 yılları arasında İstanbul’da gerçekleşen imar hareketlerinde esas aktör ve sorumlunun Adnan Menderes olduğunu düşünüyor, kendisine çokca da kızıyordum. Gerçi hala kızıyorum ama Menderes lehine düşünebileceğim çokca argüman var elimde artık.
“Modern İstanbul’un Doğuşu: Bir kentin dönüşümü ve modernizasyonu” kitabı modern İstanbul’un nasıl doğduğunu merak edenler için elzem bir kitap.