İslam bilim tarihini çok bilmediğimiz muhakkak. Hatta yer yer azımsadığımız da muhakkak. Oysa 1000 yıl önce dünya her şeyi biliyordu. Ve hiçbir şeyi azımsamıyor, bilim ve teknik alanında ilhanmını İslam bilim adamlarından alıyordu.
Bizans imparatorundan sırf tercüme edip çoğaltmak için, ödünç olarak kütüphanesini isteyen kişi bir halifeydi. Bir ışık aşığı olan İbni Heysem, karanlık bir odada otururken, küçük bir delikten içeriye sızan ışığı görmüş, ışığın odayı kendi doğrultusunda aydınlattığını farketmişti. Karanlık Oda deneylerini yapmıştı sonra, prototipini de çizmişti. Fotoğraf makinesine giden yolun mucidi olduğunu hiç düşünmemişti elbette.
Bir icatlar kitabı olan Kitab’ül Hiyel’in yaratıcısı Musa Kardeşler’inden, hekimlerin piri ve hükümdarı İbni Sina’sına; icat ettiği terazisi 60 binde 1 hata yapan teraziler üstadı El-Hazini’sinden dünyanın ekseninin muntazaman kaydığını tespit eden rasathanenin kurucusu El-Hudenci’sine, İslam bilim tarihinin 10 dehası.
İslam’da bilimin serüvenini başlatan hanedanlık: Abbasi
Yıl 762.
İslam tarihinde Emevi hanedanlığının yıkılıp, Abbasi hanedanlığının hakimiyeti başlayalı 12 yıl olmuş. Başkent, bir önceki hanedanlığın başkenti olan Şam. Ve Halife Mansur bir karar vermek üzere. Baştan aşağı Emevi hanedanlığının izleri ve anılarıyla dolu olan Şam’ı terketmeli der içten içe. Başkenti değiştirmeli. Yeni bir başkent icat etmeli. Orayı, Abbasi hanedanlığının şan ve şeref verdiği bir başkent yapmalı. İslam Devleti’nin yeni başkenti yüzlerce yıl, belki de sonsuza dek orası olmalı. Ama neresi?
Halife Mansur derin düşüncelere gebe. Kolay değil tabi, bir başkenti bir yerden başka bir yere taşımak. Bir başkent yaratmak demek, köyden kent yaratmak demek. Ve terkedilen başkentteki çıkar odaklarını, karşına almak… Bu yüzden bir el bombası olabilir yeni başkent. Eee, ne de olsa eski başkentin yerleşik bir çıkar grubu vardır muhakkak. Ya ayaklanıp yeni kurulan, çiçeği burnunda Abbasi Devleti’ne son verirlerse? Abbasiler de Emeviler’e bir ayaklanmayla son vermediler mi? Her şey olabilir. Kendisi için bir el bombası olabilir bu yeni başkent. Ya da Binbir Gece Masalları’nda bahsedilen içinde bilimin ve kültürün doyasıya, kıyasıya yaşandığı bir cennet bahçesi.
Abbasi Devleti’nin en iyi astrologlarını olağanüstü bir toplantı için çağırır Halife Mansur. Toplantıya katılan astrologlar birbirlerine bakarlar. Ortalıkta bir ölüm sessizliği. Çıt çıkmayan odada, bütün kafalar şu soruyla meşgul: Bu toplantı niye?
Ve İslam’ın yüce halifesi Mansur konuşur:
” Sizi buraya çağırmamın nedeni, yeni kurulan Abbasi Devleti’nin başkentinin nereye kurulacağını kararlaştırmanız içindir.”
Anlaşılır o an her şey. İslam’ın yeni devleti yeni bir başkent istiyor. Çeşitli hesaplamalar yapar astrologlar. Yıldızların konumlarını araştırıp tahliller yaparlar. Tavsiyelerini ortaklaştırarak, halifeye sunarlar:
” Saygıdeğer halifemiz, kutsal devletinizin başkentini Dicle Nehri’nin kıyısında bulunan bir şehre kurmalısınız. Yıldızlar böyle söylüyor.”
Aslında sadece yıldızlar böyle söylemez. Mantık da böyle söyler. Çünkü Dicle, Fırat ile birlikte bölgeyi sulayan iki büyük nehirden biridir. Astrologların belirledikleri yerde İslam coğrafyasının ticari yolları ve kanalları kesişmektedir.
Ve kararını verir Halife Mansur. Dicle Nehri’nin iki yakası üzerine kurulu, adı Bağdat olan eski bir Sasani köyünü seçer. Burası Abbasi Devleti’nin yeni başkenti olacak der. Altı üstü bir köy olan Bağdat, tarih sahnesine böyle çıkar işte. Bu çıkış öyle bir çıkıştır ki bir bilim merkezi olarak yaklaşık 500 yıl boyunca altın gibi parlayacaktır.
Bilim yurdu Bağdat
İslam tarihinde bilimin altın çağı 8. yüzyılda Bağdat’ta halifelerin teşvikiyle başladı. Özellikle Halife Mansur’dan sonra başa geçen Halife Mehdi’nin kişisel merakından dolayı el yazmaları toplamaya başlaması ve bu geleneğin önce oğlu, sonra da torunu Halife Harun Reşit döneminde devam ettirilmesi İslam dünyasının tüm merkezi bölgelerine örnek oluşturmuştu. Bağdat’ta Harun Reşit zamanında, bu el yazmaların toplandığı ve çevirilerinin yapıldığı Beyt’ül Hikme’nin kuruluşu İslam bilim tarihinde kritik bir virajdı.
Çoğalan hikmet evleri
Bağdat’ın ve tüm İslam coğrafyasının alimleri Halife Harun Reşit’in yönetimi altında kurulan Beyt’ül Hikme’de yani Hikmet Evi’nde toplandılar. Burada kütüphanede çalıştılar, öğrencilerini kabul ettiler; din, felsefe, bilim vs. üzerine konferanslar verdiler. Bütün alimlerin aynı mekan altında toplanarak çalışmalar yapma fikri dahiceydi ve diğer şehirlere de örnek teşkil edip, kısa zamanda yayıldı. Kültürlü ve varlıklı insanlar, İslam coğrafyasının diğer şehirlerinde de Beyt’ül Hikme’den daha küçük bilimevleri ve kütüphaneler kurdular.
Bizans imparatorundan kütüphanesini isteyen bir halife
Harun Reşit’ten sonra oğlu Me’mun 813’te halife oldu. Bilimlere tutkun olan yeni halife, yaklaşık 20 yıl süren halifelik süresince şehirdeki alim sayısının artırmanın yollarını aradı. Bunun için, İslam topraklarının her yerinden Hint, Pers ve Yunan el yazmalarını toplattı. Hatta Bizans imparatorunun kütüphanesinin bir kısmını isteyerek, yazmaların bir kopyasını çıkarmak için ödünç bile aldı.
İslam’da bilimin 9. yüzyılda Harun Reşit ve oğlu Me’mun döneminde başlayan bu gelişimi yaklaşık 400 yıl boyunca artarak devam etti. İslam bilimadamları bu süre boyunca tıptan fiziğe, matematikten astronomiye, coğrafyadan mekaniğe, felsefeden geometriye dünya çapında yüzlerce bilimadamı çıkardılar. Kendilerinden önce yapılmış bilimsel ölçüm aletlerini geliştirdiler, yetmediği yerlerde yenilerini icat ettiler.
İslam tarihinde bilimin destansı serüvenini anlamak
İslam bilim tarihini ve o tarihe yön veren bilimadamlarını anlamanın en iyi yolu, onları ürettikleri teknolojik miras üzerinden tanımak. İslam bilimadamları kimdiler ve neler ürettiler? İşte, 7’den 70’e herkesin bilmekle mükellef olduğu can alıcı soru bu! Ve sorunun muhatabı İstanbul’daysa eğer diğer muhataplara nazaran oldukça şanslı demektir. Çünkü bu kentte, İslam bilimadamlarının tasarladıkları teknolojik ürünlerin sergilendiği bir müze var.
Ahırdan müzeye
Topkapı Sarayı’na ait büyük ölçekli birkaç ahır mevcuttu. Bu ahırlardan biri sarayın ikinci avlusunun içindeyken diğeri Ahırkapı civarındaydı. Bir diğeriyse Gülhane Parkı’nda bulunuyordu. 3500 metrekarelik alana sahip olan ahır, 2008 yılında restore edildi ve İslam bilim tarihine ışık tutan ve bizzat İslam bilimadamları tarafından tasarlanan alet ve eserlerin sergilendiği İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi’ne dönüştürüldü. Müzenin kurulmasındaki amaç İslam Tarihi’nde bilimin ve teknolojini serüvenini, müslüman bilimadamlarının ürettikleri bilimsel ürün ve icatlar aracılığıyla tanınmasını sağlamak. Bu haliyle oldukça tematik bir müze İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi. Genelde İslam bilim tarihi pek bilinmez. Müze, bünyesinde sergilenen 570 eser aracığıyla bu bilinmezliğe bir perde aralıyor.
İki kattan oluşan müzede 12 sergi salonu bulunuyor. Salonların tamamında İslam bilim adamlarının ortaya koydukları eserlerin model ve maketleri sergileniyor. Sergilenen 570 eserden 10’u özellikle önemli. Çünkü o 10’u icat eden mucitler birer deha.
1-2) MÜZEYE GİRMEDEN MÜZEYE GİRMEK
İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi’nin diğer müzelerden bir farkı var. Çünkü bu müzede, müzeye girmeden müzeye girersiniz.
Amacınız, yüzlerce yıllık İslam bilim tarihine yön vermiş bilimadamlarının ürettikleri teknolojik miras üzerinden İslam bilim tarihini anlamaksa-ki müze bu amaçla yapılmıştır zaten- müze geziniz, müzeden 15-20 metre önce başlamalısınız. Çünkü bu mesafede illaki görmeniz gereken iki şey vardır: Biri neredeyse hiç kimsenin dikkatini çekmeyen botanik bahçesi, diğeri neredeyse hemen herkesin dikkatini çeken bir dünya haritasıdır.
Adını “Hekimlerin Piri ve Hükümdarı”ndan alan bir botanik bahçesi: İslam bilim tarihinde tıp denilince akla il gelen isim olan İbni Sina 980 ila 1037 yılları arasında yaşadı. 200 yakın eser kaleme aldı. Bilgisi ve birikimiyle ünü İslam coğrafyasını aşmış Avrupa’ya yayılmıştı. Öyle ki Avrupalılar onu “Hekimlerin Piri ve Hükümdarı” olarak adlandırıyordu. Tercüme edilen eserleri Avrupa üniversitelerinde 18. yüzyıla kadar ders kitabı olarak okutuldu.
İbni Sina’nın en ünlü yapıtı, “Tıbbın Kanunu” adlı eseriydi. Bir “kanun koyucu” olarak İbni Sina bu eserinde Yunanlı Hipokrat ve Galen’in teorilerini yeniden değerlendirmiş, kendi döneminde geçerli olan tüm bilgileri, keşfettikleriyle beraber derlemişti. 5 cilt olan eserin 2. cildinde tıbbi amaçlarla kullanılan bazı bitkilerden örnekler vermişti.
İşte bu bitkilerden 26 adeti bugün, müzenin ön kısmında oluşturulan botanik bahçesinde sergileniyor. Bahçe tahmin edebileceğiniz gibi adını İbni Sina’dan alıyor. İbni Sina Botanik Bahçesi vesilesiyle İslam bilim tarihine girişi İbni Sina’dan yapmış oluyorsunuz.
Entelektüel bir halife olarak Me’mun ve haritası
813 te halife olan Me’mun bilimlere tutkundu. Sık sık babası Harun Reşit döneminde oluşturulan bir tür bilginler evi olan ve Beytül Hikme olarak adlandırılan Hikmet Evi’ne gider, bilginlerin konuşmalarını dinlerdi. Şehirdeki alimlerin sayılarını artırmak için İslam topraklarının her yerinden Hint, Pers ve Yunan yazmalarını toplattı. Bazı yazmaların tarihi 700 yıldan daha eskiydi. Bizans imparatorundan ödünç olarak kütüphanesinin bir kısmını bile istedi.
Halife Me’mun’un amaçlarından biri de güvenilir bir dünya haritasına sahip olmaktı. Böylece halifesi olduğu İslam topraklarının, dünya coğrafyasındaki yerini ve konumunu net olarak bilebilecekti. Kuşkusuz bu, kendi topraklarını daha iyi, daha verimli yönetebilmesi için bir gereklilikti. Bunun için Me’mun İslam coğrafyasının en ünlü astronomlarından ve coğrafyacılarından bu konuda çalışmasını istedi.
Astronomlar ve coğrafyacılar Yunanlı bir coğrafyacı olan Batlamyus’un imzasını taşıyan bir haritadan yola çıktılar. Dünyanın farklı noktalarında yaptıkları gözlemlerle Batlamyus’un dünya haritasını güncellediler. Haritaya dikkatlice baktığınızda bugünkü haritaya çok benzer olduğunu görüyoruz. 3 kıta, Anadolu, Ege, Akdeniz hepsi belli.
Müzenin girişinde bulunan Halife Me’mun haritası bize, İslam bilim tarihinde coğrafyacılığın geldiği seviyeyi gösterdiği kadar, entelektüel ve kendi topraklarını dünya toprakları içinde konumlandırmaya çalışan bir halifeyi de işaret ediyor.
İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi’ne geldiğinizde İbni Sina Botanik Bahçesi’ni ve Halife Me’mun haritasını incelemeden sakın ola müzeye girmeyin!
3) UÇSUZ BUCAKSIZ KAİNATTA UÇSUZ BUCAKSIZ YILDIZLARI KONUMLANDIRMAK
Müzenin farklı bilimdallarına ait eserlerin sergilendiği 2 kata dağılmış 12 odası bulunuyor. Bu odaların 3’ünde sadece astronomiyle ilgili ürünler sergileniyor. İslam bilim tarihinde deyim yerindeyse diğer tüm bilimler bir tarafa astronomi bir tarafa. Çünkü tıptan coğrafyaya, kimyadan mekaniğe farklı disiplinlerde uzmanlaşan bilimadamlarının çoğu astronomiye özel bir ilgi duymuştu. Mesela İbni Sina’nın esas uzmanlığı tıptı ama astronomiyle ilgili çalışmaları da bulunuyordu. Bu yüzden müzenin 12 odasında 3’ünün sadece astronomiye ayrılmış olması tesadüf değil.
Astronomi bölümünde dikkati ilk çeken eserler, farklı ebatlarda yapılmış yıldız-yakalarlar nam-ı diğer usturlaplar.
Yıldızlar, güneş, ay ve gezegenlerin konumlarını belirlemeye yarayan usturlap; yerel saatin ve namaz vakitlerinin belirlenmesi içinde kullanılırdı. İslam’da namaz vakitlerinin önemli olması, İslam bilim tarihinde usturlabın popüler bir alet olmasını tetikleyen ayrı bir unsurdu.
Onlarca farklı ustıurlabın maketlerinin sergilendiği müzede 2 tanesi özellikle görülmeli.
İslam bilimadamlarının icat ettiği ilk astronomik alet: Yunanlıların icat ettiği usturlap daire şeklinde düz bir zemin üzerine yapılmıştı. Cabir b. Sinan el-Harrani 9. yüzyılın sonlarına doğru usturlabın küreselini icat etti. Müzede ne yazıkki bu icat sergilenmiyor. Bunun yerine 15. ve 17. yüzyılda yapılmış farklı iki örneği sergileniyor. Bir fikir vermesi açısından bu örnekler incelenmeli.
En büyük usturlap: 17. yüzyıl öncesi dönemden kalma usturlapların en büyüğü 1222 yılında Şam’da yapılmış. Müzede sergilenen diğer eserler gibi bu usturlap da bir maket ve orijinali İstanbul Deniz Müzesi’nde sergileniyor.
4) DÜNYANIN EKSENİNİN KAYDIĞINI TESPİT EDEN RASATHANE
Modern bilime göre dünyanın ekseni her gün 50 metre kadar kayıyor. Bu durum kutupların manyetik olarak yer değiştirmesine neden oluyor. Bilimadamlarına göre birkaç on bin yıl sonra pusula manyetik olarak güneyi gösterebilir.
Dünyanın eksenin kaydığı güncel bir gerçek değil. 1000 yıl öncesinde İslam astronomları tarafından tespit edilmiş bir gerçekti.
Astronomi tarihinde ilk rasathaneler Abbasiler devrinde Halife Me’mun döneminde kuruldu. 10.yüzyılın en önemli matemetikçisi ve astronomu olan El-Hudenci, Hint kaynaklarının verdiği bilgilerden kendi dönemine kadar geçen sürede ekliptik eğim değerlerinin küçülmesi dikkatini çekmişti. Bu bilgileri mümkün olabildiğince belirlemek amacıyla Rey kentinde Buveyhi prensinin finanse ettiği özel bir rasathane kurdu. Kurduğu rasathanede yapılan ölçümlere göre dünyanın ekseni muntazaman kayıyordu.
5) VE KARANLIK ODA İCAT OLUNDU
Müzenin zemin katında optik bölümüne geldiğinizde sergilenen ürünlere kısaca bir bakın. Bir adın sıklıkla tekrarlandığını göreceksiniz: İbn-i Heysem.
İbn-i Heysem’e ışığın efendisi desek abartmış olmayız. Ya da ışığın kölesi desek yine abartmış olmayız. Böyle iki zıt kutupta salınır durur İbn-i Heysem. Çünkü o, hayatını ışığa adamıştır: Suyun içinde kırılan ışığa; gökyüzünde kırılıp, gökkuşağına dönüşen ışığa; karanlık odada süzülen ışığa.
İbn-i Heysem bir gün odada otururken odanın küçük bir noktasından içeriye ışık girdiğini görür ve bu ışığın karanlık odada içeriyi ışık doğrultusunda aydınlattığını farkeder. Bunun üzerine karanlık bir oda icat eder ve deneyler yapar. Bahsedilen karanlık oda dijital fotoğraf makineleri piyasayı kaplamadan önce analog fotoğraf makinaların fotoğraflarının tab edildiği karanlık odadır. Günümüz fotoğraf makinelerinde kullanılan lensin ilk adımını atmış, bir anlamda fotoğraf makinesine giden yolun mucidi olmuştur.
Karanlık Oda’da muhakkak görülmeli.
6) TERAZİLERİN ÜSTADI
Teraziler konusunda o kadar iyiydi ki icat etiği terazilerden birinin hata oranı 60 binde 1 di. Dakikaları ince bir hassasiyetle ölçen saati bile teraziden yapmıştı.
1000’li yılların sonuna doğru Türkistan’da doğup başta fizik olmak üzere astronomi, matematik eğitimi alan ve 1121’de İslam bilim tarihinin mekanik alanındaki en önemli eserlerinden olan Mizan el-Hikme (Hikmet Terazisi) adlı eseri kaleme alan El-Hazini’den bahsediyorum. Abdurrahman el- Hazini bu eserinde icat ettiği hassas terazileri ayrıntılı bir şekilde anlatmıştı.
El-Hazini’nin anlatımlarından yola çıkılarak maketi yapılan iki eseri müzede sergileniyor.
60 binde 1 hata yapan terazi: Müzenin fizik-teknik bölümünde sergilenen terazi öyle hassas bir dengeye sahip ki hata payı 60 binde 1. Terazi, El-Hazini’nin Hikmet Terazisi adlı eserinde izah edilen tarif üzerine yapılmış.
Terazi saat ya da saat terazi: Yine el-Hazini’nin Hikmet Terazisi adlı eserinde izah edilen şekilde yapılmış başka bir eseri. Saate değil de teraziye benzeyen saatte, terazinin tek kefesinden akan su, öyle ayarlanıyor ki kefenin azalan ağırlığına göre geçen zamanın ölçüsünü dakikalarla veriyor. Ben bu ürünü saatten daha çok teraziye benzettim.
7) GÜNEŞ SAATİNDE ZİRVE
Müzede İslam bilim tarihinin farklı dönemlerine su saati, güneş saati, mekanik saatler sergileniyor. Bunlardan biri İslam bilim tarihinde, güneş saati teknolojisinin zirvesini oluşturuyor. Yapan da “Ya başını yıldızlara uzatan ya da başını yazılara gömen” İbn-i Şatir.
1304 yılı civarında Şam’da doğan, hayatı öğrenmek ve üretmekle geçen İbn-i Şatir, sadece bir bilimadamı değil ahşap ve sedef işleme sanatında ustalaşan bir sanatkardı aynı zamanda.
Uzmanlaştığı alan astronomiydi. Bu konuda onlarca eser kaleme almıştı. Eserlerinin bazıları kuramsal ; bazıları ise el kitapları ve kullanım klavuzları mahiyetindeydi. Bu kitaplarında bazılarını bizzat kendisinin tasarladığı gök gözlem aletlerini tanıttı.
Şam’a döndüğünde Şam’daki Emeviler Camisi’nin muvakkiti yani zaman ölçeni oldu. Cami için tasarladığı güneş saati hala cami üzerinde buluyor. 14. yüzyılda tasarlanan güneş saati, güneş saati teknolojisinin zirve noktası olarak kabul ediliyor.
8) ANADOLU’NUN BÜYÜK MÜHENDİSİ
Müzede dikkati çeken bir başka isimse “Uygulamaya dönüşmeyen bilim, doğru ile yanlış arasında bir yerdedir.” sözünün sahibi olan El-Cezeri.
Adını doğup büyüdüğü Cizre’den alan El-Cezeri; robotlar, saatler, su makineleri, şifreli kilitler, kasalar, termos, otomatik çocuk oyuncakları, otomatik yüzen kayık, su tulumbaları gibi çok sayıda buluşa imza attı. Ona göre sadece çizim üzerinde kalan, uygulanmayan bilim sorunlu bir yaklaşımdı. İllaki çizilen, tasarlanan aletin günlük yaşam pratiğine geçirilmesi gerekiyordu. Bu yüzden tasarladığı tüm sistemleri bizzat hayata geçirdi. Babası gibi kendisi de Artuklu Devleti’nin sarayında baş mühendis olarak çalıştığından icat ettiği sistemleri kent-kasaba ölçeğinde rahatlıkla uygulatabilmişti.
Bilim tarihçisi Mark E. Rosheim, El-Cezeri’nin çalışmaları hakkında şöyle demişti: “Yunanlıların yaptıklarının aksine bu çalışmalar sadece çizim olarak kalmamıştır. Bu çalışmalar uygulanmış, insanların konforu için kullanılmış ve çevrelerini değiştirmiştir.”
Mekanik biliminin bu müthiş pratik adamının 2 eserini müzenin zemin katında bulunan fizik-mekanik bölümünde görmek mümkün. Biri dört anahtarlı şifreli kilit, diğeri dört sürgüsüyle ultra güvenliğe sahip kapı kilidi.
9) BİN YIL ÖNCE ORTA ASYA’DA YAŞAYAN EVRENSEL BİR DEHA
Başlık bana ait değil. Unesco’nun çıkardığı Courıer Dergisi 1974 Haziran sayısını Bîrûnî’ye ayırmış ve onu, kapak fotoğrafına yazdığı “Bin Yıl Önce Orta Asya’da Yaşayan Evrensel Bir Deha” başlığıyla tanıtmıştı.
973 yılında Orta Asya’nın Harezm bölgesinde doğan El-Biruni matematik, astronomi, coğrafya, doğa bilimleri ve tarih üzerine eğitim alıp eserler üretti. Ama en fazla bilinen yönü matematikçiliği oldu.
El-Biruni’nin sayılar kuramı, Hint hesabı, ay ve güneş tutulmaları, matematik coğrafya, enlem ve boylam tayini, kuyruklu yıldızlar, küre geometrisi gibi konularda yazılmış 113 kadar eseri var. Geometride, açıyı üçe bölme problemini de içeren cetvel ve pergel ile çözülemeyen bir grup problem vardır ki, bunlar matematik tarihinde “Biruni problemleri” olarak biliniyor. Daire içine çizilmiş 9 kenarlı düzgün poligonun bir kenarının uzunluğunu özgün bir yöntemle hesapladı. Pi sayısının hesabı üzerine çalıştı, sinüsler teoremini kendine özgü bir yöntemle kanıtladı. Trigonometriye sekant, cosecant ve cotangent fonksiyonlarını eklemiştir.
Müzenin zemin katında bulunan matematik bölümüne indiğinizde Biruni tarafından yapılan; küre üzerine daire çizme pergeli, açılır kapanır çifte cetvel, daireleri ve çapları bölümleme düzeneklerini görüp bu büyük dehayı anmak önemli.
10) ÜÇ MUCİT KARDEŞ
Beni Musa yani Musa’nın oğulları diye tanınan, MS.9. yüzyılda Horasanlı Musa Bin Şakir’in üç oğlu; Ahmed, Hasan ve Muhammed.
Ahmed, Hasan ve Muhammed’in babası Musa Bin Şakir, yaşamı boyunca astronomi ve matematik konuları ile uğraşmış ve çalışmaları, o zamanın Abbasi Devletinin Halifesi Me’mun’un dikkatini çekmişti. Musa Bin Şakir vakitsiz ölünce bu üç kardeş Halife Memûn tarafından sahiplenildiler ve sarayın önde gelen bilginleri tarafından özenle eğitildiler. “Beyt’ül Hikme” adı verilen bilim akademisine devam eden bu üç kardeş, genç yaşlarına rağmen geometri, fizik, matematik, mekanik ve tıp başta olmak üzere birçok bilim dalında uzmanlaşmışlardı. Yaptıkları bilimsel çalışmalarla adlarını bilim dünyasında duyuran kardeşler, “Musa’nın Oğulları” anlamına gelen “Beni Musa Kardeşler” olarak anılmaya başlandılar.
Benu Musa Kardeşler, yaklaşık yüz kadar icatlarını detaylı bir şekilde tarif ettikleri Kitab’ül Hiyel adlı bir eser kaleme aldılar. Bu eserde icat ettikleri yaklaşık yüz kadar eseri detaylı bir şekilde tarif ediyorlar, haklarında bilgi veriyorlardı. Sihirli kaplar, fıskiyeler, kandiller, lambalar, körükler ve kaldırma düzenekleri…
Beni Musa Kardeşlerin Kitab’ül Hiyel’inde bulunan şiddetli rüzgarda sönmeyen lambaya bakıp, bu 3 mucit kardeşi hatırlamak…Ve bir tebessüm… Bu da günün zirvesi olsun.
7. sınıf öğrencilerimle bu müzede, İslam bilim tarihi müze eğitimi gerçekleştirmiştim. Öğrencilerim burada, İslam bilim tarihine yön veren bilim adamlarını kendileri keşfederek öğrenmişlerdi. İlgili yazı ve video için TIKLAYINIZ.
sirius says:
müzede röportaj yapılmasına izin veriliyor mu? bir de eserleri tanıtan kişilerle konuşup eser hakkında röportaj yapılıyor mu?
Ghjkl says:
Bu müzedeki aynaların çok tuhaf olduğunu söylüyorlar Bu aynaları kim yapmış
Beyza says:
Bu müzede hiç ayna görmedim ben 😕
Berkay says:
Güzel bir makale olmuş, müzeyi gezmek isteyenler için yararlı.
projeksiyon lambası says:
İbn-i Heysem üstadı sorsan biçok fotoğrafçı bihaber’dir. Aslında fotoğrafçılıkta ışığın önemini bulmuş ilk insan bence.
Kazım says:
Datca Knidos da bulunan gunes saati M.Ö 4.yy a tarihleniyor.
Bu durumda 14. yy da yapilan gunes saatini nasil icat olarak adlandiriyorsunuz.Bir seyin gelistirilmisini icat olarak degerlendirmek ne kadar mumkun ?
Evet gelistirilmis bir ornegi olabilir ve 1.800 sene sonra gelistirilmesi de kimseyi sasirtmaz.Ama,buna icat yapana da mucit dersek biraz (!) zorlama bir yorum olur.Keza ; haritaya,gelistirilmis usturlab ve terazi orneklerine de ayni yorum kapsaminda bakiyorum.
Çalismalarinizda basarilar
kawjder says:
abbasi halifesi mansur’un el bombasını kavram olarak bile bilmesi olanaksız.