Kitap, belki de tutkuyla bağlı olduğu tek şey. Çünkü hiç evlenmemiş, tüm ömrünü müzmin bir bekar olarak geçirmiş.
Barların ve bilumum eğlencenin merkezi olan, burnunun dibinde ki Beyoğlu’na yine dini inançları mucibince hiç ayak basmamış. Beyoğlu niredir? diye sorsan belki de bilmez, ama kütüphanesinde olmayan el yazma bir kitabı almak için Yunanistan’dan taa Yemen’e tayin isteyecek kadar da gözü kara biridir.
Aslen Diyarbakır’lıdır, Ali Emiri Efendi. Defterdarlıkta görevli orta kademeli bir devlet memurudur. Osmanlının bir çok ilinde memur olarak çalıştığından, görev yaptığı yerlerde ki el yazması kitap adına ne var ne yoksa toplamış. Dile kolay yaklaşık 16 000 cilt kitaptan oluşan koleksiyonu vardır, bu orta kademeli devlet memurunun. Mütevazi memur maaşının hiç de mütevazi olmayan bir bölümünü, kitaplara harcamıştır yani.
Ve bu koleksiyonunu Feyzullah Efendi Medresesine bağışlar, yıl 1916’da. O andan sonra da orası bir kütüphane olur.
Kütüphanenin adının ne olması gerektiği tartışılırken, bir teklif gelir Ali Emiri Efendi’nin önüne: Doğum yerinize istinaden kütüphanenin adını Diyarbakır Kütüphanesi koyalım? derler. Ama kabul etmez Ali Emiri Efendi. O zaman derler kütüphanenin adını “Ali Emiri Efendi Kütüphanesi” koyalım. Onu da kabul etmez.
“Ben” der “kitaplarımı milletime bağışladım” adı “Millet Kütüphanesi” olsun.
İşte şu an yaklaşık 30 000 cilt kitabı barındıran Millet Kütüphanesi, böyle bir tarihin içinden süzülüp Fatih’te Fevzi Paşa caddesi üzerinde eğer görmek isterseniz sizi bekleyen bir kütüphanedir.
Not: Kütüphane binası değinildiği gibi önceden Feyzullah Efendi Medresesiydi. Feyzullah Efendi 1695 de Şeyh’ül İslam olmuştu. 1700 yılında da bu medreseyi yaptırmıştı. Şeyh’ülislamken de devlet kademelerine hep kendi adamlarını, yakınlarını yerleştirmiş, bolca adam kayırmıştı.
Ve kelle götüren isyanlarıyla ünlü yeniçeriler ayaklanınca, hiç acımadılar “adam kayıran” bu adamın kellesine. Koparıverdiler. Tarih 3 Eylül 1703’tü.