İstanbul demek biraz da sur demek. Çünkü İstanbul demek 20. yüzyıla kadar suriçi demek?
22 kilometrelik uzunluğuyla İstanbul’u çepeçevre kuşatan surlar 400’lü yıllarda imparator 2. Thedosis tarafından yaptırıldı. Thedosis surları öyle yaptırmıştı ki surları geçip de kenti ele geçirmek imkansız kabilinden bir şeydi. 1000 yıl 28 kuşatmaya bana mısın demedi bu surlar. Ta ki Fatih Sultan Mehmet’in zamanına kadar.
Surlar İstanbul’un fethinden sonrada önemini korudu ve Osmanlı surların duvarlarını, kapılarını, kulelerini defalarca onarttı. Bu, şehrin güvenliği açısından gerekliydi. Çünkü surların kapısı kapatıldığında şehre ne giren olabiliyordu ne de çıkan.
Surlar 1500 yıla yakın tarihiyle ve tarihi atmosfere yakışan harabe görüntüsüyle seyyahların da dikkatini çekmişti. Öyle ki gelen bir çok seyyahın seyahat mönüsünde surları gezmek bir şekilde yer alıyordu.
İşte bu seyyahlardan biri olan ve 1874 yılında İstanbul’a gelen İtalyan edebiyatçı Admondo Amıcıs İstanbul’un kadim surlarının çevresinde tek başına dolaşmak istedi. Çünkü ıssız büyük harabelerin manzarasını tümüyle algılamak, derinliğine ve kalıcılığına dair hakiki bir duyguya sahip olmak, ancak fikirlerin sessiz akışına izin vermekle mümkündü?
Amıcıs kendine bir güzergah belirledi ve yola koyuldu. Şu an Ayvansaray olarak bildiğimiz Blakhernai Kapısı’ndan başlayıp Yedikule’de gezisini sonladıracaktı. Ama ilk önce cüzdanını yokladı. Parasının büyük kısmını yanına almadı. Çünkü hırsızların çalmasından korkmaktaydı.
Yine, 1907 yılında İstanbul’a gelen ünlü İspanyol edebiyatçı İbanez’de İstanbul’un kadim surlarını dolaşmak isteyenlerdendi. Surları gezmeden önce verilen tavsiyeyi hayretle dinledi. Çünkü kendisine, böyle bir gezi yapacaksa eğer silahlı gitmesi tavsiye edilmişti. Nihayetinde İbanez surları gezdi ama Amıcıs gibi yalnız değil, bir gezi grubuyla beraber.
İbanez , surlarını tenhalığını “…mutlak bir yalnızlık, ne bir insan izi, ne bir kuş cıvıltısı, ne ürperen otlar, ne vızıldayan böcekler; Avrupa’da hiçbir doğal görünümde asla rastlanmayacak bir kısırlık ve ölüm sessizliği” olarak özetlemişti. Ona göre surların civarında tenhalıktan daha korkunç bir şey varsa o da bir canlıya rastlamaktı. Başınıza binbir türlü musibet yağdırabilecek beklide canınızı alabilecek bir canlıya?
2013 yılında 33 yaşında iki çocuk annesi olan Sarai Sierra fotoğraf çekmek için İstanbul’a geldiğinde, gerek harabe görüntüsü, gerekse dokusu ve dehlizlerindeki ışık oyunlarıyla rahatlıkla her fotoğrafçıyı büyüleyebilecek olan surları fotoğraflamak istedi. Özellikle Sarayburnu civarındaki surlar dehlizler açısından oldukça zengindi ve Sarai muhtemelen bu eskiliği ve ışık oyunlarını çekmek için içeri girdi.
Ve orada can verdi. Tarih hiç değişmedi. Basit bir tekerleme gibi hep tekerrür etti?